İzmir bugünlerde epey soğuktu. Hele de kordon boyunda sahil kenarında yürüyüş yapıyorsanız ve saat henüz sabahın körüyse, soğuk insanın içine işliyor bütün tüylerini diken diken ediyordu. İzmir’deki insanlar zaten soğuğa hiç alışamamışlar, onunla barış içinde yaşayamıyorlardı. İzmir sıcak bir şehirdi. Dört mevsim de sıcak olması, nerdeyse senelerce hiç kar yağmaması onun önemli özelliklerindendi. Ama birkaç yıldır kışları oluşan acı, kuru soğuk insanları bezdiriyordu.
İnsanlar bu soğukta sabahları genellikle evlerinde oturmayı tercih ederken sahil kenarında bir çift yeşil göz dikkatlice, döküldükçe tekrar kendini yenileyen ufak dalgaları izliyordu. Sahil kenarındaki banklardan birine oturup arkasını bütün gün çocukların neşeyle oynadıkları parka vererek kasvetli bir biçimde oturan genç adam sakinliği ve odaklandığı dalgalara bakışı ile normalde dikkat çekerdi. Ama saat o kadar erkendi ki güneşin ilk ışıklarının parıldamaya başlamasından henüz on beş ya da yirmi dakika geçmişti. Gerçi İzmir’in insanları etrafındakilere dikkatlice bakıp onları rahatsız edebilecek hareketleri sergileyecek gibi değillerdi. Bunu bilecek kadar burada yaşamıştı genç adam.
Güneşin aydınlığı dalgalara vururken ortaya çıkan ahenkli renkler birbirleriyle dans ederken, martıların hoyratça koyuverdiği çığlıklar onun için dünyanın en güzel melodisini oluşturuyor gibiydi. Adam huzur bulmuştu sanki. Üzerindeki deri ceket epey pahalıya benziyordu. İçindeki gömlek ve renkli kazakla beraber iyi bir görüntü veriyorlardı. Lacivert kot pantolonu da aynı zamanda modayı takip ettiğini belli ettiriyordu. Uzun siyah saçları ensesine doğru dökülüyordu ve bir de keçisakalı vardı.
Bankta birkaç dakika daha oturduktan sonra yerinden hafifçe doğruldu. Güneşin doğuşundan henüz yarım saat de geçmiş olsa İzmir sokakları güne başlamışa benziyordu. Gözüne siyah güneş gözlüğünü taktı. Sahilde yavaş yavaş yürüyor ve özlediği İzmir’i içine çekiyordu. Sahil kenarında ufak tefek ama kendinden büyük simit tezgâhını açmaya çalışan bir çocuğa rastladı.
“Dur sana yardım edeyim genç.”
Cümlesini bitirmeden simit tepsisini bir eline aldı ve diğer eliyle tezgâhın ayaklığını açtı. Çocuk teşekkür eden bir yüz ifadesiyle ona doğru bakıyordu. Henüz on yaşlarındaydı ve kıyafetleri pek de iyi sayılmazdı.
“Bir gevrek ver bakalım.”
**
İzmir trafiği ne İstanbul’unki kadar düzensiz ne de Ankara kadar çok düzenliydi. Gitmek istediği yere erkenden ulaşmıştı. Tek katlı evlerin dizildiği caddede yeşil, bahçeli bir evin önünde durdu. Arabayı yanaştırıp yavaşça indi. Bahçe kapısını açacakken yan evin bahçesinde çiçekleri sulayan kadın en cırtlak sesiyle ona seslendi.
“Buyurun kimi aramıştınız?”
Genç adam kapıyı bırakıp kadına doğru döndü.
“Ben Barlas, teyzem için gelmiştim.”
Kadın birkaç saniye düşündü.
“Başımız sağ olsun,” derken göz ucuyla adama doğru baktı. Bir reaksiyon bekliyor gibiydi.
“Biliyorum, eve uğramak istedim.” Barlas kadının cevabını beklemeden bahçe kapısını açtı ve hızla içeri doğru yöneldi. Cebinden eski bir anahtar çıkartıp demir kapıyı açtı ve eve girdi.
Ev pek dağınık görünmüyordu. Salonda birkaç divan sandalyeler ve televizyon bulunuyordu. Yerdeki halının deseni bu evden gittiğinden beri aynıydı, değişmemişti. Barlas önce mutfağa gitti, susamıştı. Sürahi ve bir bardak alıp salona geldi, oturdu. Bu ev onu sıkıyordu, bu ev ona hiç hatırlamak istemediği şeyler sunuyordu. Ama yine de gelmek istemişti. Gece mezarlığa giderek teyzesine uğramış, şimdi de biraz burada dinlenmek istemişti. Sürahiden yavaşça bardağa su doldururken ayağına damlattı. Biraz sinirlendi ama önemsemedi. Kafasını kaldırdığında ise duvarda gördüğü resimle başı dönmeye başladı. Annesi, babası, o ve teyzesi gülücükler yolluyordular. Bardağı bir kerede bitirdi. Koltuğa oturdu.
**
1996
“Baba, danalar nasıl deliriyor ki?”
Sinemanın arka kapısından çıkmıştılar. Yaklaşık on yaşlarındaki esmer çocuğun bir elinden annesi diğer elinden babası tutmuş arabaya doğru ilerliyorlardı. Ünlü iş adamı Barış Özdemir Cuma günlerini ailesine ayırırdı. Her zaman gittikleri sinemadan bu sefer oğlu Barlas’ın çıkmak istemesiyle erken ayrılmışlar, hızlı olsun diye arka kapıdan arabalarına doğru yürüyorlardı. Hava soğuktu. Ortalıkta kedilerden gelen tuhaf sesler haricinde hiçbir insan belirtisi yoktu adeta.
“O nerden çıktı şimdi oğlum?”
“Televizyonda gördüm. İngiltere’de delirmişler.”
Babası oğluna doğru bakıp gülümsedi, fakat arabanın yanına geldiklerinde bu gülümseme kaybolmuştu. Orada kendilerini dilenci benzeri bir adam bekliyordu. Göz ucuyla karısına baktı. O da korkmuştu. Adam bir anda silahını çıkarttı, elindeki şarap şişesini yan tarafa doğru fırlattı. Şişe kırılınca gelen ses Barlas’ı çok ürkütmüştü. Barış dayanamadı.
“Bizden ne istiyorsun? Para istiyorsan sana verebilirim. Yanımda biraz olacaktı-“
Dört el silah sesi gecenin karanlığı ve ıssızlığına karışmış, Barlas’ın anne ve babası bir anda Barlas’ın elini bırakıp yere düşmüşlerdi. Küçük çocuk bu durum karşısında şok olmuştu hiçbir şey yapamamış sadece öylece dikiliyordu. Adam silahı ona doğru tuttu ve birkaç saniye bekledi. Sonraysa arkasına bile bakmadan koşup gitmişti. Çocuğu öldürememişti.
**
Barlas bu olaydan sonra içine kapanmıştı. Ailenin bütün parası ve şirket hisseleri bir şekilde bu olayın ardından karşı tarafa geçmişti. Teyzesi onu yanına almıştı fakat doğru düzgün bakamıyordu ve eniştesinden de şiddet görüyordu. Bu durumu hazmedemeyen Teyzesi de onu Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakmıştı. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda eğitimine devam eden ve başarılı olan Barlas sonunda bilgisayar programcısı oldu. İstanbul’da küçük bir şirkette bilgisayar programcılığı yapmaya başladı. Sonra da teyzesinin ölüm haberini öğrenince İzmir’e geri dönmüştü.
**
2011 İstanbul
Siyah bir Mini Cooper tek katlı bahçeli modern bir binanın önünde durdu. Barlas sakin bir tavırla içinden indi. Kapıyı yavaşça kapatarak etrafını süzdü. Gecenin bu ilerleyen vaktinde dışarısı epey sakin oluyordu. Hızlı adımlarla bahçeye yöneldi ve eve girdi.
Evin salonu epey büyük görünüyordu. Daha bu yaştan ufak çapta bir servet edinmişti yaptığı programlar ve bilgisayarı sayesinde Barlas. Salon modern kaplamalar ve Avrupai yapısıyla, Paris’teki bir evden farkı yok gibi görünüyordu. Duvara monte edilmiş epeyce büyük bir LCD TV, salonun neredeyse başköşesindeki bilgisayarsa bu sade salonun tek dikkat çekenleriydi.
“Nihayet gelebildin.”
Tek kişilik koltukta oturan ve ortadaki büyük sehpaya ayaklarını koymuş, sarı saçlı, epey yakışıklı bir adam ansızın konuşuvermişti. Üzerine giydiği kırmızı deri ceket ve mavi kot pantolonuyla tuhaf görünüyordu. Yüzündeki çizgiler onu otuzlu yaşlarda gösteriyordu.
“Senin de benimle gelmeni umuyordum.”
“Evde sabahtan akşama kadar, TV izlemek varken, seninle cenazeye gelebileceğimi gerçekten düşündün mü sen?”
Barlas cevap veremedi. Karşısındaki haklıydı, haklı olmasını istemiyordu. Aslında bir bakıma ondan nefret ediyordu ama yine de her zamanki gibi haklıydı. Sarışın adam bir yıldırım gibi aniden yerinden kalktı. Heyecanlı görünüyordu.
“Aklından geçeni anladım. İşte budur, yapıyoruz değil mi?”
Barlas yeniden cevap vermedi, sadece bu sefer biraz gülümseyebildi. Arkasına döndü ve duvarda asılı iki çapraz kılıçtan birisini kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle aldı. Hızla halıyı toparladı. Yerdeki kare taşların birisinin diğeri ile olan boşluğuna kılıcı sapladı. Aşağı doğru ittirdiğinde, taş hiç zorlanmadan yerden kalktı. Taşın kalktığı alanda bir kol vardı. Barlas hiç beklemeden onu çekti ve gizli tünel açıldı. Barlas yavaş adımlarla dar merdivenden aşağı doğru inerken diğer sarışın adam da onu takip ediyordu.
Gizli bölüm tam bir teknoloji cenneti gibiydi. Loş bir ışık altında bilgisayarlar, dev ekranlar ve tuhaf teknolojik aparatlar ile insana gizli bir üssü hatırlatıyordu. Barlas ana bilgisayarın başına oturdu. Tek bir tuşa basarak tüm sistemleri açtı. Tam yarım saat kadar da klavyenin tuşlarına bastı durdu. Bir şeyler üzerinde çok hareketli bir biçimde çalışıyor gibiydi. Son olarak “Enter” tuşuna basmadan önce sağ arka çaprazında oturan adama döndü. Yüzünde hiç olmadığı kadar şeytani bir gülümseme vardı. Tuşa bastığında bu gülümseme de artmıştı.
Ertesi Gün
“Dün akşam saatlerinde gerçekleşen bilişim suçunda, dünyanın en güvenli bankalarından sayılan uluslararası Air Bank’ın internet bankacılığından yaklaşık olarak 100 Milyon Dolar çalındı. Bilgisayar hesaplarında oynamalarda bulunan ve bankayı 100 Milyon Dolar kayba uğratan hacker henüz bulunamadı. Açıklamalarda bulunan İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Atlas, bu olayın oldukça üzücü olduğunu ve bunu yapanların bir an önce bulunacağını, halkın metanetli olması gerektiğini söyledi. Bu olay halkın internet bankacılığı ve alışverişine olan güvenin bir kez daha yıkılmasına yol açarken mağdur olanlara paralarının en kısa zamanda temin edileceği vurgulandı.”
hikaye çok taıdık geliyor acaba nerdenn? 'Batman' :) Yetim kalan bir çocuk, gizli süper teknolojik oda.. geriside robin hood gibi gelecek sanırım o parayla fakirlere yardım etsin bence :) ha o sarışın da brad pitt :))
YanıtlaSilemniyet müdürü hiçbir zaman hackerlarla ilgili konuşmaz..
YanıtlaSil